Bugün 28. Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’nda, erkek şiddetine karşı mücadelemizi konuşmak, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelenin durumunu ele alıp tartışmak için bir araya geldik. Bu yıl Türkiye’de Sosyal Hizmetin Eksikliğinde Erkek Şiddetiyle Mücadele Etmek: Feminist Yöntemin Gücü ve İmkanları başlığında tartışmak için bir araya geldik. Kadına yönelik şiddetin sistematikliğini, erkek egemenliğinden ve cinsiyet eşitsizliğinden güç alarak sürdüğünü ve mümkün olduğunu görmeyen sosyal politikaların kadınların şiddetten uzaklaşma mücadelesine nasıl engel oluşturduğunu tartıştık.
Türkiye’de mevcut kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarının işleyişindeki sorunların en temelinde geleneksel cinsiyet rollerini muhafaza arzusunun, bir diğer ifadeyle erkek egemenliğinin sağladığı ayrıcalıkları korumak olduğunu biliyoruz. Her gün erkek şiddetine karşı dayanışma kurduğumuz onlarca kadının karşılaştığı engellerde bu politikaları görüyoruz. Devletin görevi bu eşitsizliği ortadan kaldırmakken haklarımıza saldırmayı tercih ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyor, 6284 sayılı Kanun’a saldırılara izin veriyor. Şimdi ise gözünü hem medeni haklarımıza hem de cinsiyeti denetlemeye dikmiş durumda.
11. Yargı Paketi isimli yöntem olarak da ucube bir yasa taslağı ile Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun dâhil altı ayrı yasayı değiştirerek, hayatlarımızı hedef alıyor. “Genel ahlaka aykırılık”, “doğuştan gelen biyolojik cinsiyet”, “hayasızca hareketler” gibi kavramları içeren bu taslakla belli bir kesimin ahlak anlayışı yasa haline getirilmek isteniyor. Cinsiyet uyum sürecine 25 yaş sınırı koyan, üremeden yoksun bırakılma şartını yeniden getiren bu yasa tasarısı transların kendi bedenleri üzerinde karar alma hakkını gasp ediyor. Tüm bunların işaret ettiği bir ortak fikir var: cinsiyetin düzenlenmesi gerekliliği. Bu yasayı yapanlar erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini korumak için, kadınların beden, emek ve kararları üzerinde hak iddia etmek için geleneksel cinsiyet rollerini korumak istiyor. Halbuki bizler kadın katillerinin mahkeme salonlarında haksız tahrik indirimi almak için “kadınlık görevlerini yerine getirmiyordu” dediğini, kadınları kontrol etmek ve cezalandırmak için kadınları keyiflerine göre ahlaksızlıkla suçladıklarını çok iyi biliyoruz. Kadınları kontrol etmek, denetim altında tutmak hatta cezalandırabilmek için nasıl kadın olunur, nasıl kadın olunmaz binbir tanım ürettiklerini, tüm bunların kadınlara şiddet olarak döndüğünü biliyoruz.
2025’i aile yılı ilan edenler, toplumsal cinsiyet eşitliği ile aileyi karşı karşıya koyuyor. Neden? Çünkü aileyi korumak dedikleri yalnızca kadınların ve çocukların sömürüldüğü, şiddet gördüğü yapıları korumak. Kadınlar ve çocuklara rağmen erkeklerin aileden çıkarını korumak. Toplumsal cinsiyet eşitliğini ve LGBTİ+ları düşmanlaştırarak bizlerin eşit, adil ve şiddetsiz bir dünyada birlikte yaşama talebini itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Buna asla izin vermeyeceğiz! Şiddete maruz kalan LGBTİ+lara herhangi bir destek sunmayan devletin; cinsiyet ifadeleri, yaşam biçimleri ve istedikleri gibi var olma hakları nedeniyle LGBTİ+ları hapsetmesine müsaade etmeyeceğiz.
Aynı paketin “ulaşım araçlarının hareketinin engellenmesi” suçunu genişleterek toplantı ve gösteri


